Yazar arşivi Av. İbrahim YERLİKAYA

Kira Tespit Davası

Makalemizde Kira tespit davası açmanın şartları ve izlenecek hukuki yollar üzerine üzerine genel bilgiler verilecektir. Yazımızda Türk Borçlar Kanunu’nda bulunan düzenlemeler çerçevesinde kira tespit davasının açılma şartları yönünden genel bilgiler verileceğinden, bu bilgiler hukuki danışmanlık niteliğinde değildir. Kendi somut olayınıza ilişkin bilgi edinmek için bir gayrimenkul avukatı ile çalışmanızı, bize ulaşarak detaylı bilgi almanızı tavsiye ederiz.

Kira Tespit Davasını Kim açabilir?

Kira tespit davası, kira bedelinin görevli mahkeme tarafından yeniden belirlenmesi amacıyla açılan bir dava türüdür. Kira bedelinin tespiti davası hem kiracı hem de kiraya veren tarafından açılabilir.

Kira tespit davasına ilişkin hükümler Türk Borçlar Kanunu 344. maddesinin 2. ve 3. fıkrasında düzenlenmiştir.

  • (2)Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir.
  • (3)Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.


Madde metninden de anlaşılabileceği üzere, kira tespit davası iki halde açılabilmektedir:

  1. Kira sözleşmesinde yenilenen dönemlerde kira bedelinin artışına ilişkin hüküm yer almıyorsa açılabilir,
  2. Beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda sözleşmede kira artışına ilişkin hüküm olsa da olmasa da açılabilir.

Kira Sözleşmesinde Artış Oranına İlişkin Hüküm Olmaması Halinde Açılacak Kira Tespit Davası

Kiracı ile kiraya veren arasında yeni kira yılında uygulanacak olan artışa ilişkin bir sözleşme yapılmamışsa, taraflardan her biri yeni kira dönemindeki bedelin mahkeme tarafından belirlenmesini talep edebilecektir. Bu halde hakim kira bedelini belirlerken kira sözleşmesinin süresi eğer 5 yılı geçmediyse Tüketici Fiyat Endeksini geçmemek koşuluyla yeni bir kira bedeli tayin edecektir.

5 Yıldan Uzun Süreli ya da 5 Yıldan Sonra Yenilenen Kira Sözleşmelerinde Açılacak Kira Tespit Davası

Tarafların kira artışında anlaşıp anlaşmadıklarına bakılmaksızın 5 yıldan uzun süreli ya da 5 yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde, yeni kira yılında uygulanacak olan kira bedeli hakim tarafından;

  • Tüketici Fiyat Endeksi
  • Emsal Gayrimenkullerin Kira Bedelleri
  • Kiralanın Durumu
  • Hakkaniyet gibi unsurlar göz önüne alınarak belirlenebilecektir. Taraflardan her ikisi de bu şekilde bir dava açabilecektir. Örneğin 7 yıllık kira sözleşmesinde taraflar 5 yılı doldurduktan sonra 6. Kira yılı için uygulanacak bedelin tespiti için dava açabileceklerdir. Önemle belirtmek isteriz ki; hakim bu halde TÜFE ile bağlı olmayıp TÜFE’nin üzerinde de bir artışa hükmedebilir.

Kira tespit davasında olumlu sonuç alabilmek için hukuki tespitin doğru yapılması, davanın görevli ve yetkili mahkemede açılması önemlidir. Kendi somut olayınıza ilişkin bilgi edinmek için bir gayrimenkul avukatı ile çalışmanızı, bize ulaşarak detaylı bilgi almanızı tavsiye ederiz.

KİRA BEDELİNİN TESPİTİ DAVALARI

Kira tespiti talebinde; kira tespiti davasını, taşınmazın maliki açabileceği gibi, taşınmazı kiralayan ya da kiracı da açabilir. Kira tespiti ancak kira sözleşmesinin varlığı halinde istenebilecektir. Kiralanan kiracı tarafından boşaltılmış olsa da boşaltma tarihine kadar kira parasının tespiti istenebilir.

Türk Borçlar Kanunu madde 345’e göre, “Kira bedelinin belirlenmesine ilişkin dava her zaman açılabilir.” Düzenlemede kira bedelinin belirlenmesine ilişkin davanın her zaman açılabileceği belirtilmek ile birlikte; davanın açılma zamanı, tespit edilen kira bedelinin hangi dönem için geçerli olacağı konusunda önem taşır.

Kira sözleşmesinin asli unsurlarından birisi kira bedelidir. Kira bedelinin belirlenmesinde de taraflar sözleşme serbestisi ilkesi çerçevesinde özgürce karar verebilirler. Fakat bu özgürlük maalesef sınırsız değil. Dolayısıyla bu sınırlı olan özgürlüğün boşluğunu kanunumuz dolduruyor. Türk borçlar kanununun 344 ve 345 maddeleri kira bedelinin belirlenmesinde bize yardımcı olan, bazı amir hükümlerle özgürlüğü sınırlandıran hükümler getiriyor. Kira bedelinin tespiti davalarının özelliklerini anlatmadan önce kira bedelinin belirlenmesinde farklı unsurlar oluşabileceğini belirtmek gerekir. 

  • Taraflar arasında artışı yönelik anlaşma olması 
  • Taraflar arasında anlaşma bulunmaması
  • 5 yıldan daha uzun kira sözleşmesinin olması 
  • Yabancı para üzerinden kira bedelinin belirlenmesi

Yani eğer kira sözleşmesinde taraflar bir anlaşma şart bir artış miktarı öngörmemişler ise durum farklılaşabilir ya da hiçbir artış sözleşmeye dahil edilmemiş ise durum farklı olabilir, yabancı para olması durumunda durum farklılaşabilir. Yahut kira süresinin 5 yıldan fazla olması durumunda durum farklılık arz edebilir. Bu durumları kısaca özetleyip sonrasında kira tespiti davasının özelliklerinden bahsetmek açıklayıcı olacaktır. 

Öncelikle bütün kira sözleşmelerinde ekseriyetle kira artış oranları belirlenir ancak bu kira artış oranlarında Türk Borçlar Kanunu tarafları başlangıçta belirttiğimiz gibi özgür bırakmamıştır. 344 maddenin 1. fıkrasında taraflar eğer bir kira artış miktarı belirlemek istiyorlarsa ancak bir önceki dönemde -yani kira dönemin bir önceki döneminde- oluşan TÜFE ortalamasının (12 aylık ortalamasını) baz alarak bir kira artış üst limiti oluşturabilirler. Eğer bunun üstünde belirlenen bir kira artış oranı söz konusuysa kısmi butlan çerçevesinde sözleşmenin ilgili o hükmü iptal edilecektir ve azami olan tüketici fiyat endeksinin 12 aylık ortalaması kira artış oranının üst limiti olarak belirlenecektir. Kira sözleşmeleri birer yıllık devam ettiği sürece de (yani kira sözleşmelerinde ki süreler kendiliğinden otomatik bir biçimde yenilendiği, devam ettiği sürece) bu artış oranları aynı şekilde devam edecektir. Eğer kira sözleşmesinde taraflar hiçbir şekilde bir artış miktarı belirlemişler ise de yine 344 maddenin 2. fıkrasında tüketici fiyat endeksindeki 12 aylık ortalama limitini geçmemek şartıyla hakim emsal kira sözleşmelerini ve hakkaniyeti de göz önünde bulundurarak bir kira artış oranı belirleyebilecektir. Ancak taraflar bir artış oranında anlaşamazlar bu durumda artış yine hakimin yani Hukuk Mahkemesi’nin kararına bağlı olarak belirleniyor. 

Eğer yapılan kira sözleşmesinde 5 yıl ya da 5 yıldan daha uzun bir kira sözleşmesinden bahsediyorsak bu durumda da yine kira sözleşmesinin sonunda 12 aylık geçici fiyat endeksleri oranı ve emsal kira bedelleri dikkate alınmak suretiyle ayrıca kiralanan yerin konumu ya da durumu da göz önünde bulundurularak hakim hakkaniyet çerçevesinde bir kira artış oranı belirleyebilecektir. Burada da yine 5 yıllık sürenin dikkat edilmesi gerekiyor. Özetle, eğer sizin elinizde 1 yıllık bir kira sözleşmesi varsa bu otomatik yenilenmek suretiyle devam ediyorsa 5 yıl süresince o sözleşmedeki hükümler çerçevesinde belirlenmesi gerekiyor. Ancak bazı kira sözleşmelerinde 5 yılın sonunda belirlenen otomatik artışlar bazen enflasyon oranına göre çok fahiş durumda kalıyor ve bazen de yerin konumuna veya diğer rayiç kira bedelleri dikkate alındığında da düşük kalabiliyor. Bu gibi durumlarda ancak 5 yıllık süre dikkate aldıktan sonra mahkemede kira tespitine yönelik taleplerde bulabiliyorsunuz. 

Peki eğer kira bedelini bir yabancı para birimi üzerinden belirlenmişse nasıl davranmamız gerekiyor konusu ise 344. maddenin 4. bendinde açıkça şu şekilde düzenlenmiştir: Eğer yabancı bir para birimi ile kira sözleşmesi yapılmış ise 5 yıl süresince kira sözleşmenizdeki artışı belirleyemiyorsunuz. Yapılacak bir artış söz konusu ise de kısmi butlan çerçevesinde iptali söz konusu olacaktır. Yani aslında kanun koyucu yabancı para biriminin burada her zaman artacağını ve dolayısıyla artışın o para birimindeki artış miktarı üzerinden olacağı düşüncesiyle 5 yıl süresince herhangi bir artışa izin vermiyor ya da bir artış hükmüne izin vermiyor. Ancak 5 yılın sonunda taraflar arasında yine kira sözleşmesinin varlığı ile birlikte bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda bu artış 5 yılın sonunda yabancı para birimiyle belirlenmiş olsa bile kira bedelinin tespiti davası açılabilecektir.

Elbette bu davalar bir kira sözleşmesi varlığı olması şartıyla açılabilecek dava türleridir, zaten aksi düşünülemezdi. Ama bu konuda çok sık duyduğumuz sorulardan biri “Acaba biz bu davayı açma süresini kaçırdık mı?” oluyor. 

Hayır. Kira tespiti davaları taşınmazın bulunduğu, Sulh Hukuk Mahkemelerinde açılan bir dava türüdür. Bu davayı ister kiracı ister kiralayan kişi herhangi bir süreye tabi olmaksızın açabilmektedir. Yani kira tespit davasında bir süre koşulu yoktur. Ancak davayı ne zaman açtığınız o ilgili kararın -yani mahkeme tarafından verilecek kira tespiti kararının- etki edeceği dönemi ilgilendirmektedir ve o husus için önem arz eder.

Eğer kira sözleşmesini devam ettirirken bir dava açmış ve bir sonraki döneme ilişkin etki etmesini talep ediyorsanız o zaman yeni dönemde mutlak surette 30 günlük süre içerisinde kira tespiti davasını açmanız gerekiyor ya da kiracı bu talepte bulunacak ise açacağı tespit davasından önce kira düşürme yönünde mutlaka kiralayan kişiye bir ihtarda bulunması gerekmektedir. 

Eğer siz 30 gün içerisinde davanızı açmadığınız ya da bu taleple herhangi bir iftarda bulunmadığınız durumda belirlenecek mahkeme kararı sadece ama sadece bir sonraki döneme etki edecek şekilde belirlenecektir.

Ama örneğin bu senenin sonunda ocak ayında bitecek bir kira sözleşmeniz var sayarsak, kira sözleşmeniz ocak ayında bitti ve bir sonraki döneme de otomatik uzadı ise sizin şubat ayı içerisinde mutlak suretle davanızı açmanız ya da ihtarda bulmanız gerekir. Davayı açarsanız ve mahkeme bir kira tespiti yönünde inceleme sonrasında bir bedel belirlerse o geçmişe etkili olmak suretiyle -yani o kira dönemine etkili olacak şekilde- kira bedeline ilişkin karar verilecektir.

Ama eğer belirttiğimiz süreler geçirildikten sonra dava açılırsa da maalesef bir sonraki döneme etki edecek şekilde hüküm verilecektir.

Kira tespiti davalarında yukarıda belirttiğimiz hususlar geçerlidir. Mahkeme eğer bir inceleme yapması gerekiyorsa -ki mutlaka bilir kişiler eliyle bu inceleme yapılacaktır- burada kiralanan taşınmazın durumu, emsal kira sözleşmeleri ve elbette burada tarafların hakkaniyet unsuru, menfaatleri arasındaki denge dikkate alınarak hakkaniyetli bir karar verecektir. 

Kira tespit davasında olumlu sonuç alabilmek için hukuki tespitin doğru yapılması, davanın görevli ve yetkili mahkemede açılması önemlidir. Kendi somut olayınıza ilişkin bilgi edinmek için bir gayrimenkul avukatı ile çalışmanızı, bize ulaşarak detaylı bilgi almanızı tavsiye ederiz.

Ceza Hukukunda Malpraktis

Ceza hukukunda tıbbi uygulama hatalarına (malpraktis) yönelik, başta 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 863 sayılı Tababet ve Şuabatı Tarzı İcrasına Dair Kanun ile 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerin Yargılanması Hakkında Kanun olmak üzere birtakım mevzuat hükümleri ve içtihatlar doğrultusunda hekimin karşı karşıya kalabileceği birtakım suçlar ve kabahatler ile tıp ceza hukuku esasları belirlenmektedir.

Tıp Ceza Hukuku

Ceza hukukunun tıbbi uygulamalar konusundaki görünümü tıp ceza hukuku olarak adlandırılmaktadır. Tıp ceza hukukuna, tıbbi muamelelerden doğan haksız fiillerin ceza hukukunun alanına giren unsurlarla incelenmesi de denilebilir. Hukuk fakültelerinde ve tıp fakültelerinde tıp hukuku ile tıp ceza hukuku dersleri gösterilmemekte, yalnızca ilgili yüksek lisans ve doktora çalışmalarında tıp ceza hukuku dersleri yer almakta ve ileri düzey akademik faaliyetlerle bu alan çalışılmaktadır.

Temel olarak, ceza hukukunda suçun oluşması için maddi (objektif) unsur ve manevi (subjektif) unsur olmak üzere iki unsurun bir arada var olması gerekmektedir. Tıbbi muamelelerde ve sağlık uygulamalarında da suçun oluşması ve ceza verilebilmesi için aynı şekilde bu iki unsur aranmaktadır. 

Uygulamada hekimler ve diğer sağlık çalışanları malpraktis dolayısıyla en çok taksirle öldürme, taksirle yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından sorumlu tutulmaktadırlar. Bunun yanı sıra bazı münhasır durumlarda hekimlerin ve sağlık çalışanlarının kasten öldürme ve kasten yaralama eylemlerinden ve diğer kamu görevlisine özgü suçlardan da sorumlu tutulabilmeleri mümkündür. 

Bu suçlar Türk Ceza Kanunu kapsamında ele alınan suçlar olup hekimin fiili mevzuatımızda daha ağır bir suç ve ceza teşkil etmekte ise aynı eylem için daha ağır cezayı gerektiren suçtan sorumlu tutulacaklardır. Örneğin, transplantasyon yapan bir hekim organ ve doku nakline ilişkin daha ağır bir suç işlemişse bu ceza uygulanacak, aynı eylemi ile daha hafif olan kasten yaralama eyleminden ayrıca ceza almayacaktır. Ya da rüşvet, zimmet ve irtikap gibi suçlar görevi kötüye kullanma şeklinde işlenmiş ise bu durumda ayrıca görevi kötüye kullanma suçundan dolayı memura ceza verilmeyecektir.

Taksirle Yaralama

Taksirle yaralama suçunun takibi yani soruşturulması şikayete bağlıdır, hastanın bu konuda savcılığa şikayetini iletmesi gerekir. Dolayısıyla bir şikayet olmaksızın hekim veya diğer sağlık çalışanlarına yönelik savcı kendiliğinden ve doğrudan soruşturma yürütemez. Ayrıca hastanın şikayetini geri çekmesi halinde soruşturma ve kovuşturma aşamalarında sürece devam edilmez, yani şikayet veya dava düşer. Şikayet için kanunda 6 aylık bir süre öngörülmüş olup şikayet hakkının kötüye kullanılmaması için taksirle yaralama nedeniyle yapılacak bir şikayette 6 aylık hak düşürücü sürenin geçirilip geçirilmediğini savcılık dikkate alacaktır.

Taksirle yaralama suçu, kanunda sayılan uzlaşma yoluna gidilebilecek suçlardandır. Uzlaşma, Adalet Bakanlığı Alternatif Çözümler Daire Başkanlığı Uzlaştırma Bürosu tarafından atanan objektif bir üçüncü kişi tarafından atanan uzlaştırmacı tarafından uyuşmazlığın mahkeme yoluna gidilmeden tarafların özellikleri gözetilerek çözümlenmesi yoludur. Taksirle yaralama nedeniyle hasta şikayeti sonrasında taraflar arasında uzlaşma sağlanırsa hekim veya sağlık çalışanı hakkında dava açılmaksızın cezai süreç sona erecektir.

Taksirle Öldürme

Taksirle öldürme suçunun takibi şikayete bağlı değildir. Yani ölen kimsenin yakınları veya diğer ilgililer hekim hakkında şikayette bulunmasalar dahi savcı re’sen soruşturma yapabilecektir. Soruşturma sonrasında suçun işlendiğine dair yeterli şüphe olduğuna kanaat getirilirse kovuşturma aşamasına geçilecek, hekim hakkında kamu davası açılacaktır. Yargılama neticesinde hekimin suçlu olduğuna kanaat getirilirse hekim hakkında cezaya hükmolunacaktır. Taksirle öldürme suçu için hasta yakınları veya ilgililer şikayetlerini geri çekseler dahi süreç işlemeye devam edecektir.

Görevi Kötüye Kullanma

Türk Ceza Kanununun 257. maddesinde düzenlenen bu suç kamu görevlilerine özgü ve temel bir suç tipi olup kamu görevlisinin görevini hiç veya gereği gibi yapmaması şeklinde oluşabileceği gibi görevini ihmal etmesi suretiyle görevi ihmal şeklinde de oluşabilecek bir suçtur. Bu suçu oluşturan eylem veya eylemler malpraktis şeklinde ceza yargılamasına konu olabileceği gibi haksız fiil ve kusur sorumluluğu çerçevesinde hukuk davasına da konu olabilecektir. 

Görevi kötüye kullanma suçu kasten işlenebilecek bir suçtur. Fakat bu konuda özel bir kast ve manevi unsur aranmamaktadır, görevin gereği gibi yapılmaması veya ihmal edilmesi eylemlerinin bilerek ve isteyerek yapılması suçun oluşması için yeterlidir. Örneğin acil serviste görevli bir hekimin hastaya müdahale etmeden doğrudan başka hastaneye sevk etmesinde doktor eyleminin görevi ihmal şeklinde suç olduğunu tespit edilmiştir. Bu gibi örneklerle tıp ceza hukuku kapsamında görevi kötüye kullanma uygulamada sıklıkla karşılaşılan önemli bir suç tipidir.

Görevi kötüye kullanma suçunun oluşması için bir zarara sebebiyet verilmiş olması gerekmektedir. Bu konuda ya bir kişinin mağduriyetine ve mağdurun zararına sebep olması, ya kamunun zararına neden olması ya da birtakım kişilere haksız menfaat sağlanarak zarara sebep olunması şeklinde bir zararın mevcudiyeti aranmaktadır.

Bu suçun temel cezası ihmal suretiyle işlendiği takdirde 3 aydan 1 yıla kadar olup suçun temel cezası 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıdır. Görevi kötüye kullanma suçu şikayete bağlı suçlar kapsamında yer almamaktadır dolayısıyla suç hakkında bir şikayet süresi de öngörülmemiştir. Fakat Bu suç hakkında 8 yıl süreyle dava zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bu süre içerisinde suç araştırması ve yargılama yapılmaz ise fail hakkında bu sürenin sonunda soruşturma ve yargılama yapılmayacaktır.

Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar hakkında cumhuriyet savcılığının soruşturma yürütmesi yetkili idari mercinin iznine tabidir.

Görevi kötüye kullanma suçunda cezanın adli para cezasına çevrilmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi veya cezanın ertelenmesi kararı verilmesi mümkündür.

Kamu Görevlisi Kavramı

TCK ve CMK uygulamasına göre “kamu görevi” yapan kişiler memur sayılırken,“kamu hizmeti” yapanlar memur sayılmamaktadır. Bu doğrultuda bakanlıklar, il özel idareleri, belediye, köy ve tüzel kişilerine bağlı hastaneler ve sağlık ocaklarında çalışan hekimler ve diğer sağlık çalışanları memurdurlar. Kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu özerk kuruluşlarında çalışanlar da memur sayılırlar fakat muhakeme bakımından memur sayılmazlar, yalnızca özel kanunlarında yazılı rüşvet, zimmet ve irtikap gibi suçlarda memur sayılmaktadırlar. 

Serbest çalışan doktorlar ve diş hekimleri ise ceza kanunu uygulamasında memur sayılmazlar; ancak serbest meslek sahibi olarak kendi faaliyetleri devam ederken, geçici olarak devletin ve kurumların sağlık hizmetinde, salgın hastalıklar sırasında ya da aşı kampanyasında çalışan serbest doktor veya diş hekimi bu görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı ceza kanunu uygulamasında memur sayılırlar. 

Hekimler İçin Soruşturma İzni

4483 sayılı kanun uyarınca kamudaki hastane ve sağlık merkezlerinde görev yapan sağlık çalışanlarının görevleri sebebiyle işledikleri isnat olunan suçun kovuşturulması yetkili idari makamın iznine tabidir. Hekim veya sağlık çalışanının kamu çalışanı olması veya kamu faaliyeti yürütmesi hallerinde yetkili idari merciinin izni ile soruşturma ve yargılama yapılabilecektir. Bu iznin verilmesi ya da verilmemesi kararına karşı ilgili tarafça itiraz etmek mümkündür. Soruşturma şartı olarak da bilinen bu usule göre kamu görevlisi hekim ve sağlık çalışanı hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılması savcılık tarafından alınacak soruşturma iznine tabi olmaktadır.

Ön İnceleme

Savcılık tarafında soruşturma izni verilmesi için başvurulan yetkili idari merci bir ön inceleme yapar, bir muhakkik (ön incelemeci) tayin eder. Ön incelemecinin hazırladığı rapor (ön inceleme raporu) doğrultusunda idari makam (ilçelerde kaymakamlık, illerde valilik) suç isnat edilen hekim hakkında soruşturma izni verilmesine ya da soruşturma izni verilmemesine karar verir.

Soruşturma İzni Verilmesi

Yetkili idari merci soruşturma doktor hakkında soruşturma izni verir ise, bu kararın tebliğinden itibaren şüphelinin 10 gün içerisinde Bölge İdare Mahkemesi (birtakım hallerde Danıştay’a) nezdinde itiraz hakkı vardır.

Soruşturma İzni Verilmemesi

Eğer yetkili merci tarafından soruşturma izni verilmemesi kararı verilir ise bu durumda da yine 10 günlük süre içerisinde üst merci’e Bölge İdare Mahkemesi (birtakım hallerde Danıştay) nezdinde soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmek mümkündür.

İtiraz

4483 sayılı kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi kararına karşı itirazın 3 ay içerisinde sonuçlandırılması öngörülmüştür. Soruşturma iznine dair verilecek bu karar nihai ve kesindir.

Soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz reddedilirse yahut soruşturma izni verilmesi kararına itiraz kabul edilirse cumhuriyet savcılığı soruşturma işlemlerini yürütecek, delilleri toplayacak ve yeterli delilin ve şüphenin varlığı halinde iddianame hazırlayarak kovuşturma için mahkemeye sevk edecektir. 

Süreç

Tıbbi uygulama neticesinde doktorun ve diğer sağlık çalışanlarının kusuru veya ihmali ile zarar gören ve hakları ihlal edilen hasta veya hasta yakınları, hekimin veya sağlık çalışanlarının cezai sorumluluğundan hareketle Cumhuriyet Savcılıklarına şikayette bulunabileceklerdir. Burada doktor veya sağlık çalışanı devlet hastanesi gibi kamu kurum ve kuruluşunda çalışıyor ise görevleriyle ilgili işledikleri suçlar kapsamında ilgili savcılık, yukarıda değinildiği üzere 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca, öncelikle memurun bağlı olduğu kuruma yani idareye soruşturma izni için başvurulması gerekecektir. Zira suç isnadı için eylemin gerçekleştiği tarihinde kamu görevini ifa eden hekim hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma işlemlerinin başlatılması idarenin onayına tabidir.

Soruşturma izni verilmesi kararı ile (soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz halinde itirazın reddi kararı ile), savcılık suç ve delil araştırması yaparak soruşturmayı tamamlar. Bu aşamada savcılık tarafından kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı verilebilmesi mümkün olmakla birlikte yeterli suç şüphesinin varlığını tespit ederse iddaname hazırlayarak mahkemeye sunar.

İddianamenin mahkemece kabul edilerek yargılamaya geçilmesi ile soruşturma aşaması tamamlanmış ve kovuşturma aşamasına geçilmiş olunur. Burada delilleri etraflıca değerlendirecek olan mahkeme suçun işlendiği hususunnda maddi ve manevi unsurların varlığını tespit ederse cezaya veya güvenlik tedbirlerine hükmedecek, yahut suçun işlendiği konusunda mutlak kanaate varılamaz ise sanık hakkında beraat kararı verecektir.

Adli Para Cezası

Belirli suçlar kapsamında suçun işlendiğinin tespiti halinde mahkemece yalnızca adli para cezasına hükmolunabilir ya da hükmolunan hapis cezasının yanında adli para cezası da verilebilir. Görevi kötüye kullanma ve yaralama suçlarında adli para cezası verilmesi mümkündür. Fakat hükmün açıklanması kararı ile birlikte infaz edilmeyen hapis cezası, adli para cezasına çevrilemez, hapis cezası olarak hükmün açıklanması kararı verilir.

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması

HAGB olarak da ifade edilen bu durum sanık hakkında verilen bir cezanın belirli şartlar altında hukuk dünyasında sonuç doğurmaması şeklinde ifade edilebilir. Beş (5) yıllık denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmemesi halinde ceza verilmemiş gibi sonuç doğurur, verilen hüküm açıklanmaz, adli sicil (sabıka) kaydında yer almaz.

Eğer bu 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenirse HAGB kararında verilmeyen hapis veya para cezasi infaz edilir. Fakat 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmesi halinde mahkeme sanığın durumuna ve halin icabına göre hükmü açıklarken cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine veya hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine ya da cezanın çevirilmesine karar verebilir.

Cezanın Ertelenmesi

Belirli suçlar kapsamında suçun işlendiğinin tespit edilmesi ile fail hakkında hükmedilen hapis cezasının infaz edilmemesi, infazından vazgeçilmesi, cezanın belirli şartlar altında infaz edilmiş sayılması şeklinde cezanın ertelenmesi mümkündür.

Görevi kötüye kullanma suçu Hekim taksirli hareketiyle hastanın ölümüne neden olmuşsa ve hâkim 2 yıldan başlayan cezanın asgari haddinden ceza tayin etmişse (TCK 85/1), bu durumda bu cezanın ertelenmesi mümkündür: Bunun için hakkında hüküm verilen kimsenin “daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması” ve “suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması” (TCK 51/1) gerekir.

Cezanın ertelenmesi mağdurun uğradığı zararın giderilmesi koşuluna bağlanabilir (TCK 51/2). Cezası ertelenen kimse hakkında hâkim, “bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirler”. Cezası ertelenen kişi bu süre zarfında kasıtlı bir suç işlemediği takdirde, cezası infaz edilmiş sayılır ve bu suçtan dolayı artık cezaevine girmesi söz konusu olamaz (TCK 51/8). Ancak cezası ertelenen kişi bu süre içinde kasıtlı bir suç işlerse, ertelenen cezanın kısmen veya tamamen cezaevinde çektirilmesine karar verilir (TCK 51/7) Bu durumda ayrıca yeni suçtan dolayı verilecek ceza da bu cezaya eklenecektir.

Tıp Ceza Avukatı

Malpraktis nedeniyle hekim veya diğer sağlık çalışanlarının şüpheli ya da sanık oldukları ceza muhakemesinde hekim ve sağlık çalışanlarının haklarının korunması avukat yani müdafii için uzman olması önem arz etmektedir. Tıp ceza hukukunun kendine münhasır alanı, malpraktis iddiası ile karşılaşan hekim ve sağlık çalışanını hakkıyla savunabilmek için tıp hukukunun tecrübe edilmiş olmasını ve tıp ceza hukukunda deneyimli hukukçu olmasının yanı sıra tıbbi terminoloji bilgisi ile vakıa yorumlanmasını ve çözümlenmesini de gerektirmektedir.

Hukuki sorunlarınıza ilişkin detayları öğrenmek ve hukuki destek almak için bize ulaşın.

Malpraktis Kaynaklı Tazminat Davalarında Zamanaşımı Süresi

Malpraktis yani Hekim-Tıbbi uygulama hatasından kaynaklanan tazminat davalarında zamanaşımı sürelerine dikkat edilmesi gerekmektedir. Zamanaşımı ilk itiraz şeklinde ileri sürülebilen bir defidir. Zamanaşımı süresinden sonra açılan tazminat davasında, davalının süresinde itiraz etmesi halinde, davanın reddine karar verilecektir.

Zamanaşımı

Tazminat hukukunda, iş hukukunda, borçlar hukukunda ve münhasıran sağlık alanında hasta, doktor ve hastane ilişkileri de dahil olmak üzere karşılıklı borç doğuran her hukuki ilişkide zamanaşımı ile alacağın talep edilmesi süre ile sınırlandırılmıştır. Yani mahkemeye bir alacak veya borç ilişkisi için talepte bulunurken bu talep ile ilgili zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerine dikkat edilmelidir.

Zamanaşımı bir defi olarak alacağın talebini sınırlandıran bir husustur. Talepte bulunulan yani borçlu, borç hakkında ilk itiraz olarak zamanaşımı itirazında bulunulması gerekir. Karşı taraf zamanaşımı iddiasında bulunur ise dava usulden reddolunur. Mahkeme, karşı taraf itirazda bulunmamış ise zamanaşımının geçtiğini kendiliğinden (re’sen) dikkate alamaz.

Hak Düşürücü Süre

Hak düşürücü sürede ise sürenin geçip geçmediği mahkeme veya savcılık tarafından re’sen (kendiliğinden) nazara alınacak, hak düşürücü süre geçirildi ise karşı taraf itirazda bulunmasa dahi usulden reddedecektir. Hak düşürücü süre ödemeyi sınırlandırdığı gibi talepte bulunmayı da sınırlandırmaktadır. Usulen hak düşürücü sürenin geçirildiğini her zaman ileri sürülebilir. Fakat yukarıda değinildiği üzere zamanaşımı için, hak düşürücü süreden farklı olarak zamanaşımının defi olarak ilk itirazda ileri sürülmesi gerekir.

Sözleşmeden Kaynaklı Borç İlişkisi

Bir borç ilişkisinin dayanağı sözleşme olabilir. Hasta ve doktor arasındaki ilişki temelde vekalet sözleşmesine bağlı bir ilişki sayılmaktadır ve sözleşmeden doğan bir borç ilişkisi kurulduğu kabul edilebilir. Kural olarak sözleşmeden doğan borç ilişkileri 5 (beş) yıllık zamanaşımına tabidir. Dolayısıyla vekalet ilişkisi sayılan hasta hekim ilişkilerinde 5 (beş) yıllık zamanaşımı söz konusudur. Sağlık hizmeti almak için başvurulmuş olan hastanelere ve sağlık merkezlerine karşı alacak istemleri yani tazminat talepleri de bu kapsamda sözleşmeden kaynaklı borç ilişkisi olarak 5 (beş) yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Eser sözleşmelerinde ise Borçlar Kanununa göre taşınmazlar için zamanaşımı süresi 5 (beş) yıldır. Fakat taşınırlar için 2 (iki) yıllık süre söz konusudur.

Tüketici İşlemleri

Bu konuda Tüketici Davaları bakımından tüketici işlemleri için 2 yıllık bir zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Yani, estetik müdahaleler için hasta hekim ilişkisinde Yargıtay tarafından kabul edilen eser sözleşmesi hükümlerince, tüketici davalarına konu estetik müdahaleler bakımından zamanaşımı 2 (iki) yıl kabul edilecektir. Aynı zamanda birtakım diş operasyonları da diş hekimi ile hasta arasındaki ilişki eser sözleşmesi kabul edildiğinden 2 (iki) yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Dolayısıyla kural olarak estetik cerraha ve diş doktoruna karşı açılacak tazminat davaları eser sözleşmesi nazarında 2 (iki) yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Mevzuatımıza göre, ağır kusurun söz konusu olduğu halde sözleşme hiç ya da gereği gibi yerine getirilmez ise zamanaşımı uzamış dava zamanaşımı şeklinde 20 (yirmi) yıl olarak öngörülmüştür. Kasıt ya da ağır kusur, ağır ihmal veya aldatma, korkutma ve hile gibi hallerde zamanaşımının bu hallerin kalkmasından itibaren başlatılması mümkündür. Böyle durumlarda zamanaşımı için alacaklı lehine sürenin öğrenildiği veya engelin kalktığı tarihten başlatılması veya 20 yıl olması gibi oldukça makul bir süre öngörülmüştür.

Haksız Fiilden Kaynaklı Borç İlişkisi

Bir borcun dayanağı sözleşme olabileceği gibi haksız fiil de olabilir. Taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi olmasa dahi veya sözleşme ilişkisinin dışına çıkılmış ise hukuki bir borç ilişkisi haksız fiil ile kurulabilir. Bir haksız fiil borç ilişkisi doğurabileceği gibi suç da oluşturabilir. Bunun için haksız fiil nedeniyle hukuk yargılamasının yanında ceza yargılaması da söz konusu olabilir. Hukuk hakiminin tespitleri ve kararları ceza hakimini bağlamayacağı gibi ceza hakiminin tespit ve kararları da hukuk hakimini bağlamayacaktır.

Hasta ve hekim arasındaki ilişkide borç haksız fiilden kaynaklanıyor ise, haksız fiiilden yola çıkılarak bir alacak talep edilmiş ise (Türk Borçlar Kanunu madde 72 hükmü uyarınca) maddi ve manevi tazminat alacağı için zamanaşımı süresi; zararın öğrenilmesinden itibaren 2 (iki) yıl, her halde haksız fiilin gerçekleşmesinden itibaren 10 (on) yıl şeklindedir. Aynı şekilde diş hekimlerine veya estetik cerrahlara karşı tazminat borcu haksız fiilden kaynaklanıyor ise bu haksız eylemin öğrenilmesinden başlayarak 2 (iki) yıl içerisinde tazmin talepli dava ikame edilmelidir.

Hukuki Destek

Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde sözleşmeye aykırılıkta ispat yükü borçlu üzerinde olmakta, fakat haksız fiilden kaynaklanan bir ilişkide zararın ispatı alacaklı (davacı) üzerinde olmaktadır. Bu ayrım oldukça önemlidir zira usül hukukunda ispat külfeti de zamanaşımı ile birlikte değerlendirilmesi gereken bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Tazminata konu zararın ispatinin hangi taraf üzerinde olduğu davanın bütün sürecini ve karar sonucu etkileyebilmektedir.

Zamanaşımı konusu her hukuki olay için değişkenlik ve münhasır özellik arz etmekte olduğundan usüle ilişkin çıkarım ve değerlendirmeler yapılırken mutlaka bir hukukçudan destek alınmalıdır. Zamanaşımı ve diğer usül meseleleri hakkında hasta ve hekim için özellikle malpraktis konusunda tecrübeli bir avukat yoluyla dava işlemlerinin yürütülmesi tavsiye olunmaktadır.

Hukuki sorunlarınıza ilişkin detayları öğrenmek ve hukuki destek almak için bize ulaşın.

Malpraktis Nedir?

Tıp hukukunda, sağlık hukukunda, ceza hukukunda ve borçlar hukukunda malpraktis konusunun yani hatalı tıbbi uygulamaların neler olduğu, hangi başlıklar altında ve nasıl değerlendirildiği gerek hasta gerek hekim açısından önem arz etmektedir. Zira bir hatalı tıbbi uygulama ve buna bağlanan sonuçlar her bir durum için farklılık arz edebilmekte, bundan doğan bir hukuki ihtilafın çözümlenmesinde nasıl bir yol izleneceği buna göre belirlenmektedir.

Tıbbi Uygulama Hataları

Sağlık alanında tedavi görmek üzere hekime ya da hastaneye müracaat eden hastanın, hekimin kusurundan kaynaklanan bir nedenle maddi ve manevi zarara uğraması söz konusu olabilir. Uğradığı zararın doktorun, diş hekiminin veya cerrahın kusurundan ileri gelmesi ve bu kusur ile zarar arasında illiyet bağı olması gerekmektedir. Bu durumda aşağıda örneklerle açıklanan malpraktis durumunun varlığından söz edilebilecek ve maddi manevi tazminat talepleri ile doktora karşı dava açılabilecektir. Hukuk davalarının yanı sıra kast veya taksir şeklindeki eylemlerinden ötürü şikayet üzerine savcılık iddianame düzenleyebilmekte, hekim aleyhine ceza davası açılması da söz konusu olabilmektedir.

Tıbbi uygulama hatası nedeniyle doktora karşı dava açma konusunda veya hastaneye karşı bir iddiada bulunulması temelinde bu iddianın neye dayandırıldığının delillerle açıklanması yani iddianın ispatı önemlidir. Delillerin ispatinda hak ve tazminat taleplerinin neye dayandırıldığı oldukça önemli olmakta, ispat külfeti ile maplraktis davalarında zamanaşımı ile diğer usul ve esaslar bu doğrultuda iddianın neye dayandırıldığına göre değişebilmektedir. Bu yazıda malpraktis sayılabilecek durumlar örneklerle açıklanmış; teşhis hatası, aydınlatma ile onam hatası ve tedavi hatası olmak üzere aşağıdaki konu başlıkları altında malpraktis durumları sıralanmıştır:

Teşhis Hataları:

Tedavi sürecini belirlemede hastanın hastalığı ile ilgili yön verici özelliğe sahip olan teşhis hekimin doğru teşhisi koyma adı altındaki önemli bir yükümlülüğüdür. Teşhis yanlış ya da geç konulduğunda, ön muayene eksik alındığında, yetersiz hasta öyküsü alındığında, teşhise yönelik tetkik ve test gereği gibi yapılmadığında bu kapsamda yanlış teşhis ya da teşhis hatası olduğundan söz edilebilir.

Mevzuatımızda hekimin teşhis koyma yükümlülüğünü nasıl yerine getireceğine dair herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Doktor hasta için gerekli olan tetkikleri yapmak ve elde edilen sonuçlara yönelik olarak tıp biliminin gereklerine göre yorumlamak durumundadır. Hekimin teşhis koyma konusundaki ihmali ve kusuru neticesinde ardı sıra tıbbi müdahalelerde yanlışlıklar ve hatalar gerçekleşebilir. Bu durumda teşhisin yanlış konulması söz konusu ise teşhis koymada kusuru bulunan hekim sorumlu olacaktır.

Teşhisin konulması aşamasında hekim genel vakılara, tıp biliminin güncel verilerine ve hastadaki belirtilere göre hareket edecektir. Gerekli gördüğü takdirde hekim konsültasyon talebiyle hastayı sevk edebilir. Konsültasyon teşhis ve tedavi sürecinde uzman bir hekimden görüş alınmasıdır. Konsültasyon alındığı takdirde yanlış bir teşhis hekim kusurundan ileri geliyor ise bu durumda konsültasyon alınan doktor da yanlış teşhis şeklindeki malpraktis durumundan sorumlu tutulabilecektir.

Aydınlatma ve Onam Hataları:

Aydınlatma veya hastayı bilgilendirme, hastanın hastalık ve tedavi ile ilgili gerekli tüm detaylar konusunda bilgilendirilmesidir. Onam ise aydınlatma sonrasında hastanın müdahaleye rıza göstermesidir. Hekimin hastayı gereği gibi aydınlatması ve tıbbi müdahaleye yönelik rızasının alınarak tedavi gerçekleştirilmesi hekimin asli yükümlülükleri arasındadır. Aydınlatmanın gereği gibi yapılmaması, gerektiği durumlarda hasta yakınının aydınlatılmaması, yazılı onamın alınmamış olması, tedavi sonrası için aydınlatmanın hiç ya da gereği gibi yapılmamış olması gibi hatalar aydınlatma ve onam hataları kapsamındadır.

Hastanın gerekli şekilde yapılan bir aydınlatma sonrasında tedaviyi kabul etmeyeceği açıkça anlaşılıyor ise hekim aydınlatmanın gereği gibi yerine getirilmemesinden sorumlu olacaktır. Aydınlatma ve rızanın alınması yani tıp deyimiyle bilgilendirilmiş olur (informed consent) alınması şablonlar ve formlar aracılığı ile formaliteden olmamalı, borçlar kanunundaki genel işlem koşulları hükümlerine kıyasla aydınlatma hastanın ve tedavinin gereklerine uygun şekilde yapılmalıdır.

Hasta ve gerekli durumlarda hasta yakını, gerçekleştirilecek tıbbi müdahalenin gerekli detaylarını bilmeli, ortaya çıkabilecek komplikasyonlar hakkında açıkça bilgilendirilmelidir. Aydınlatma sonrası ise hastadan yazılı olarak onam alınmalıdır. Burada hastanın eğitim ve kültür düzeyi de gözetilerek bilgi verilmeli, hastanın üzüleceği gerekçesi ile aydınlatmadan kaçınılmamalıdır. Yalnızca psikolojik yıkıma uğrama ve tedavinin olumsuz etkilenmesi söz konusu ise aydınlatma yakınlarına yapılabilir ve/fakat bu durumda dahi hasta mümkün olduğunca aydınlatma sürecine dahil edilmeli, varsayılan rızanın olduğu kabul edilerek müdahale gerçekleştirilmelidir.

Hasta çocuk, yaşlı veya kısıtlı ise aydınlatma velisine ve vasisisne yapılmalı, rıza ise veli veya vasiden alınmalıdır. Acil durumlarda dahi aydınlatma yükümlülüğü devam etmekte olduğundan mümkün olduğu ölçüde acil durumlarda dahi aydınlatma gerçekleştirilmelidir. Acil bir durumda ve bilinci kapalı bir hastada tedavinin gecikmesi sakıncalı ise aydınlatma tedavi sonrasına bırakılabilir, fakat bu durumda da varsayılan rıza gözetilerek hastanın tedaviye rızasının olduğu kabul edilir.

Aydınlatmanın gereği gibi yapılmasından hekim kadar hastane de sorumlu olabilmektedir. Zira aydınlatma hususu hastane ve sağlık merkezinin de yükümlülükleri arasında olabileceğinden aydınlatmanın gereği gibi yapılmamasından hastane organizasyonunun da sorumlu tutulması mümkündür.

Tedavi Hataları:

Malpraktisin akla en çok gelen formu olan tedavi hataları; hekimin tıbben gerekli olan bir tedaviyi yapmaması, yanlış bir tedavi yönteminin seçilmesi durumudur. Tedavi hatalarında kuvvetli ihtimale dayanan müdahaleler ve gerçekleşen komplikasyonlar malpraktis sayılmamaktadır. Malpraktis için hekimin kusuru, ihmal veya kastı ile hastanın vücut bütünlüğünün ihlali ile zarara uğraması gereklidir.

Yanlış tedavi şeklindeki tıbbi uygulama hatalarında örnek olarak: hasta vücudunda yabancı madde unutulmasıtıbben gerekli olmayan bir müdahalede bulunması, komplikasyonun fark edilmemesitetkiklerin gereğince incelenmemesi ve tedavi sürecinde gerekli olduğu halde konsültasyon alınmaması ya da istenmemesi, yanlış ilaç  yazılması veya verilmesi ya da gerekli olan ilacın veya dozun verilmemesi, hijyen ve sterilize kurallarına uyulmaması, tedavide yanlış malzeme ve cihaz kullanılması, hasta sevkinin doğru zamanda yapılmaması, hastanın karıştırılması, yanlış taraf cerrahisi, hastanın yeterince izlenmemesi gibi durumlar örnek gösterilebilir.

Malpraktis nedeniyle hasta hekimden zararları karşılığında maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilecektir. Bu tazminat miktarları resmi bilirkişi sıfatıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde düzenlenen rapor doğrultusunda mahkeme tarafından takdir edilecektir. Tazminat talepli hukuk davalarının yanı sıra doktor aleyhine malpraktis nedeniyle ceza davası açılması da mümkündür. Malpraktis nedeniyle ceza yargılamasında ceza hakiminin delilleri ve tespitleri ile hukuk hakiminin delilleri ve tespitleri, fiilin gerçekleşmesine dair olan açık tespit dışında birbirinden bağımsız değerlendirilmektedir.

Malpraktis Avukatı

Bir hastanın başına gelen bir olayda malpraktis sayılabilecek bir durumun olup olmadığının belirlenmesinde uzman bir hekimden ve hukukçudan görüş alınması tavsiye edilmektedir. Zira malpraktis zannedilen birçok durum aslında komplikasyon olabilmekte, hasta ve hekim için aydınlatma ve onam konusunda ispat hukuku esasları belirleyici olabilmektedir. Malpraktis konusunda hastalar kadar hekimler de yargılamanın tarafı olduklarından gerek hasta avukatı gerekse hekim avukatı olarak malpraktis konusunda tecrübe önem arz etmekte, avukatın tıbbi uygulama hataları konusundaki uzman ve bilgili olması davanın seyrini değiştirebilmektedir. Bu konuda malpraktis iddiasına ilişkin tazminat talebinde veya açılan bir davada, gerek hekimler gerekse hastalar bakımından sağlık alanında uzman avukat ile çalışılması önerilmektedir.

Yoksulluk Nafakası Nedir?

MK.m.175 uyarınca ”Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Yoksulluk nafakası, ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır ve bir bakıma, evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğindedir.  Medeni kanunun bu hükmü, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Eğer böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekir.

ŞARTLARI

  • Taraflardan biri istemde bulunmadıkça hakim kendiliğinden yoksulluk nafakasına hükmedemez.
  • İstemde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekir. Aksi taktirde nafaka istemi olumlu sonuca bağlanmaz. Boşanma kararında bir hüküm bulunmaması şartıyla  boşanmaya yol açan olaylarda kusuru daha çok olmayan  eş, sonradan da yoksulluk nafakası talep edebilir.
  • İstemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması gerekir. Geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkanından yoksun olan tarafın yoksulluğa düşeceği kabul edilir. 
  • Nafakanın diğer tarafın mali gücüyle orantılı olması gerekir. Ödenecek yoksulluk nafakası, istemde bulunan tarafın yoksulluğa düşmesini önleyecek ve normal şartlarda onun geçimine yetecek miktarda olmalıdır.
  • Yoksulluk nafakasına sadece yoksulluğa düşecek olan kadın için değil, aynı durum söz konusu olduğu takdirde erkek için de, yani iki taraf lehine de hükmedilebilir. (MK.M. 175/1)

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek eş, süresiz olarak nafaka isteyebilir. Yoksulluk nafakası boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren geçerli olur.  Lakin taraflarca talep edildiği taktirde boşanma hükmünün kesinleşmesi beklenmeksizin Tedbir nafakasına hükmedilebilir.

Tedbir Nafakası; boşanma davasının açılmasıyla birlikte hâkim tarafından hükmedilen ve gerekli görüldüğü hallerde dava sonucu kesinleşinceye kadar devam edebilen, tarafların boşanma sürecinde yaşam standartlarının olumsuz yönde değişmemesi açısından verilen bir nafaka türüdür.

Boşanma kararından sonra da yoksulluk nafakası istenebilir. Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

Hukuki sorunlarınıza ilişkin detayları öğrenmek ve hukuki destek almak için bize ulaşın.

MİRASIN REDDİ VE MİRASTAN ISKAT (MAHRUM BIRAKMA )

Mirasın reddi, yani reddi miras; miras bırakanın ölümü üzerine yasal veya atanmış mirasçıların ölen kişinin her türlü borç ve alacaklarıyla birlikte oluşan mirasın hak ve yükümlülüklerini reddetmesi durumudur.

Vefat Sonrası Miras Nasıl Reddedilir? Mirasın Hükmen ve Gerçek Reddi 

Vefat eden bir kişinin yasal veya atanmış mirasçıları, ay içerisinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açacağı dava ile mirası reddettiğini bildirmekle, dava tarihinden itibaren mirası reddetmiş olur. Bu işleme “Mirasın Gerçek Reddi” denir. Ret halinde reddeden mirasçı miras bırakandan daha önce ölmüş gibi sonuç doğurur. Bu sebeple ret sadece reddeden açısından hüküm doğurmakta, altsoyunun  mirastan ret hükümlerini doğurmamaktadır.

Tüm Mirasçılar Reddederse Miras Diğer Dereceye Geçmez

Türk Medeni Kanununun 612. maddesinde “En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan mirasın, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edileceği, tasfiye sonunda arta kalan değerlerin ise mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verileceği” düzenlenmiştir.

Bu yasal düzenleme uyarınca, mirasın birinci derecedeki mirasçıların tamamı tarafından reddi halinde miras ikinci derecedeki mirasçılara geçmez. Tereke tasfiye olunur, borçlar ödendikten sonra geriye kalan kısım varsa ret vaki olmamış gibi birinci derece mirasçılarına verilir. Türk Medeni Kanununun 614. maddesinde mirasçıların sonra gelen mirasçılar yararına mirası reddedebilecekleri düzenlenmiş ise de, somut olayda bu maddeye göre yapılmış bir mirasın reddi talebi de bulunmamaktadır.

Tereke Borca Batık ve 3 aylık Süreyi Geçiren Kişi Ne yapabilir? Mirası Reddedebilir mi?

Evet, miras reddedilebilir. Şöyle ki murisin vefat tarihi itibariyle terekenin borca batık olması halinde, mirasçılar açacakları “Mirasın Hükmen Reddi” davasıyla mirası reddedebilecektir. Ancak mirasın hükmen reddi davasında davacının, terekenin borca batık olduğunu ispatlaması gerekecektir.

Mirasın Reddi Hangi Sürede Yapılır?

  • Yasal Mirasçılar İçin: Kural olarak yasal mirasçılar için bu süre miras bırakanın ölümünü öğrendikleri anda başlar (TMK m.606). Eğer mirasçılık sıfatı daha sonradan öğrenilmiş ise bu tarih başlangıç olarak kabul edilir. Yasal mirasçının ölüme bağlı tasarruf ile miras dışında bırakılmış olması halinde ret süresi bu tasarrufun iptal edildiğinin mirasçı tarafından öğrenildiği anda başlar.
  • Atanmış Mirasçılar İçin: Atanmış mirasçılar için ret süresi üç aydır (TMK m. 606). Bu süre mirasçı olduklarını Sulh Mahkemesinin Vasiyetnameyi resmi olarak açması ve onlara tebliğ etmesi ile başar. Miras sözleşmesi ile atanan mirasçılar için bu süre yasal mirasçılarla aynı şekilde işler. Bu sözleşme ile üçüncü kişi atanmış olması halinde vasiyetnamedeki gibi resmi bildirim ile başlar.
  • Koruma Önlemi Olarak Terekenin Deftere Geçilmesi: Koruma önlemi olarak terekenin yazımı halinde mirası ret süresi yasal ve atanmış mirasçılar için yazım işleminin sulh hakimi tarafından kendilerine bildirilmesi ile başlar (TMK m.607).
  • Ret Hakkının Sonradan Gelen Mirasçılara Geçmesi: Mirası reddetmeden ölen mirasçının ret hakkı kendi mirasçılarına geçer (TMK m. 608). Bu durumda ölen mirasçının yerine geçen mirasçının iki ret hakkı doğar. Bu mirasçı hem kendi miras bırakanının kendisine bıraktığı mirası ret hakkına sahiptir, hem de kendi miras bırakanın onun miras bırakandan kalan mirası ret hakkına sahiptir. Mirasçı bu iki mirası ret edebileceği gibi sadece kendi miras bırakandan kalan mirası da reddedebilir. Ancak mirasçı kendi miras bırakandan kalan mirası reddedip, miras bırakandan kalan mirası kabul edemez. Çünkü ilk miras, ona mirası reddetmeden ölen kendi miras bırakanının terekesinin bir parçası olarak geçmektedir.
  • Sürenin Uzatılması ve Yeni Süre Verilmesi: Önemli sebeplerin varlığı halinde sulh hakimi yasal ve atanmış mirasçılara verilen ret süresini uzatabilir veya yeni bir süre verebilir (TMK m.615). Bunun için taleple birlikte haklı bir sebep olmalıdır.

Alacaklılar Mirasın Reddine Karşı İptali Davası Açabilir Mi ?

6 ay içerisinde reddin  iptali için dava açılabilir. Bu 6 ay  ise mahkemeye dilekçe verildiği andan itibaren başlamaktadır, yani mirasın reddi için mahkemenin kararının kesinleştiği tarihten veya  mahkeme tarihi öğrenildiği tarihten itibaren  değil, sulh mahkemesine veya asliye hukuk mahkemesine ret beyanının verildiği günden itibaren 6 ay içerisinde  alacaklı davayı açarsa bu süreç başlamaktadır aksi takdirde bu hakkını kaybedecektir.

Mirasın Reddi Hakkının Düşmesi

Mirasın reddi davasında 3 ay hak düşürücü süre bulunmaktadır. Bu süre mirasın gerçek reddinde miras bırakanın vefatıyla, mirasın hükmen reddinde ise terekenin borca batık olduğunun öğrenilmesiyle başlar.

Reddi Miras Beyanı Hangi Mahkemeye Yapılır?

Mirasın reddi talebi mirasın açılacağı yerin Sulh Hukuk Mahkemesine yapılır. Bu da miras bırakanın yerleşim yeri mahkemesidir. Ret beyanı mirasın açıldığı yerin Sulh mahkemesi tarafından mahkemenin özel kütüğüne tescil edilir. Mirası ret talebinde bulunan mirasçıya talep halinde mirası reddettiğine dair bir belge verilmektedir.

Mirasçı Mirastan Mahrum Bırakabilir mi?

Bu durum Türk Medeni Kanunun 513. maddesinde de yer almaktadır. Burada özellikte iki şart vardır. Birincisi mirasçının miras bırakana karşı bir hayatına kast etmesi  olayı ikincisi  ise ,aile  hukukundan doğan  yükümlülüklerini büyük ve kusurlu davranışlarla yerine getirmemesi şartı vardır, cana kast durumunda ortada somut delil olacağından ispatlanması yönünde sıkıntı olmayacaktır, o yönde  mirastan mahrum bırakma bir sıkıntı olmaz fakat aile hukukundan doğan yükümlülüklerini büyük  ve kusurlu davranışları yerine getirmemenin çeşitli şartları vardır.

Mirası Sağken Reddetmek Mümkün mü? Mirasçılık Sözleşmesi Nasıl Yapılır?

Kişi mirastan para istemediği takdirde para istemediğini belirtip reddetmesi durumu söz konusu değildir. Ancak miras bırakan kişinin vefatından sonra  tek taraflı beyan bildirip  herkesin lehine  mirastan pay almak istemediğini ilgili kurumlara yazılı olarak hakkından feragat edebilir. Bu durum ancak vefat sürecinden sonra gerçekleştirilebilir, kişiler sağken  miras istemediğini belirtemez bunun adı mirasçılık sözleşmesidir bunun için ise tüm mirasçıların noterde veya tapu dairesinde bir araya gelip resmi bir şekilde bir sözleşme yapması gerekmektedir.

Mirası Sahiplenen Mirasçının Ret Hakkı Yoktur

4721 Sayılı TMK’nın 605. maddesinin 1. fıkrasında “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.” hükmü ile mirasın kayıtsız, şartsız reddi (hakiki ret/gerçek ret), 2. fıkrasında “Ölümü halinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.” hükmü ile mirasın hükmen reddi düzenlenmiştir. TMK’nın 610/2. maddesi uyarınca da ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan ve miras bırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine mal eden mirasçı, mirası reddedemez. Madde metninden de anlaşıldığı üzere; yasa koyucu mirasçılardan birinin tereke işlerine gereğinden fazla karışmasının mirası örtülü kabul anlamına geleceğini ve tıpkı açık kabulde olduğu gibi, ret hakkının bu mirasçı bakımından sona ereceğini düzenlemiştir. Açıklanan nedenlerle bir mirasçı, kesin şekilde mirasa sahip çıkıp yukarıdaki tasarruflarda bulunduktan sonra hükmen ret talebinde bulunamaz.

Somut olayınıza ilişkin detayları öğrenmek ve hukuki destek almak için bize ulaşın.

5.Yılı Dolan Kira Sözleşmelerinde Artış Oranı

Makalemizde kira artış oranı için belirlenen %25 artış sınırının 5. kira yılı dolan sözleşmeleri kapsayıp kapsamadığını üzerine üzerine genel bilgiler verilecektir. Yazımızda TBK’da bulunan düzenlemeler çerçevesinde 5 yıllık kiracının kira artışı yönünden genel bilgiler verileceğinden, bu bilgiler hukuki danışmanlık niteliğinde değildir. Kendi somut olayınıza ilişkin bilgi edinmek için bir gayrimenkul avukatı ile çalışmanızı, detaylı bilgi için bize ulaşarak detaylı bilgi almanızı tavsiye ederiz.

Kira Yılı Dolan Sözleşmelerde kira bedeli nasıl belirlenir?


5. Kira yılı dolan kira sözleşmelerinde, yeni kira bedeli TBK m. 344/3 kapsamında belirlenir. Bu madde gereğince, taraflarca kira artışına ilişkin bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, 5 yıldan uzun süreli ya da 5 yılın sonunda yenilen kira sözleşmesinde ve bundan sonraki 5 yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hakim tarafından TÜFE 12 aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önüne alınarak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. 

Söz konusu %25 sınırı ise TBK’ya eklenen geçici 1. madde ile getirilmiştir. Ancak düzenlemede TBK m. 34/2 gereğince hakim tarafından verilecek kararlar bakımından da uygulanır denilmektedir. Buradaki önemli husus TBK m. 344/2’de tarafların yenilenen dönemlerde kira artışına ilişkin hiç anlaşma yapmamış olmaları halinde hakimin belirleyeceği kiraya dair esaslar düzenlenmiştir. Ancak 5 yıl sonra kira artışının yasal dayanağı TBK 344/2 değil, TBK m. 344/3’tür. 

Kanun koyucu geçici maddenin düzenlenmesi sırasında TBK m. 344/2’de denildiği gibi kira artış oranı sözleşmelerinde belirtilmeyen kişilerin yeni kira dönemi için hakim kararıyla belirleyeceği kira artışlarında %25 sınırının uygulanacağını söylemesine rağmen, 5 yıl ve üzeri kiracılarla ilgili düzenlemeyi içeren TBK m. 344/3’e göre hakim kararıyla belirlenecek kiraları da kapsayacağına ilişkin açık bir düzenleme yapılmamıştır. Bu da TBK m. 344/3’e göre belirlenen 5 yıl ve üzeri süredir kiracı olanlara %25 sınırının uygulanmayacağını göstermektedir. Bu nedenle kiracı 5 yılı doldurmuşsa, kiraya verenin TBK m. 344/3’e başvurması kiraya verenin lehine olacaktır. 

5. kira yılı dolan sözleşmelerde, kira artış oranı yukarıda açıkladığımız şekilde belirlenecek olup, somut olayınıza ilişkin daha detaylı bilgi edinmek için İzmir avukat & danışmanlık hizmeti almanızı öneririz.

5 yılı dolduran kiracı için %25 zam sınırlaması geçerli midir?

Hayır, 5 yılı dolduran kiracıların kira artışı TBK m. 344/3 kapsamında olması sebebiyle geçerli değildir.

Kira tespit davası ile 5 yılı doldurmayan kiracıya %25 üzerinde zam yapılabilir mi?

Taraflar kira bedeline ilişkin bir anlaşma yapmamışsa m.344/2’deki TÜFE endeksli üst sınır değil geçici madde ile getirilen %25 oranındaki üst sınır uygulanacaktır.

Kira Artış Oranında Anlaşılamaması Haline Ne Yapılmalıdır?

Yukarıda açıkladığımız gibi 5. Kira yılı dolan kiracının Tbk 344/2 madde uyarınca TÜFE 12 aylık ortalaması oranında kira artışı yapması gerekmektedir. Kiracının bu oranda artış yapmaması halinde Kiraya verenin “Kira Tespit Davası” açması gerekmektedir. Söz konusu davanın süre ve şekil şartlarına uygun şekilde açılması için bir avukattan hukuki destek alınmasını tavsiye ederiz.

Somut olayınıza ilişkin daha detaylı bilgi edinmek için bize ulaşın.

İşe İade Davaları

İşçi ve işveren arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve inceleyen hukuk dalına İş Hukuku denir. İş Hukukunun kapsamında özellikle işçi ve işveren yer almaktadır. Bu bakımdan kanunda yapılan işçi ve işveren değerlendirmesi önem arz etmekte olup uygulanacak kanunu da belirlemektedir.

İş Hukukuna İlişkin Uyuşmazlıklar Ve Uygulanacak Kanunlar

İş hukukuna ilişkin düzenlemeler asıl olarak 4857 sayılı İş Kanunu ‘nda yer almaktadır. İş hukuku alanında bir uyuşmazlığın doğması halinde, ilk olarak bakılması gereken 4857 sayılı İş Kanunu’dur. Bunun yanı sıra; işin niteliğine veya işçinin durumuna göre 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeleri Kanunu, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 5953 sayılı Basın İş Kanunu gibi kanunlarda iş hukukuna ilişkin özel düzenlemeler bulunmaktadır. Ayrıca bazı durumlarda 6098 sayılı Borçlar Kanunu da uygulama alanı bulmaktadır.

İşe İade Davasında İşçinin Konumu ve Avukatın Önemi

İş Kanunu işçiyi korumakta iş güvencesi kapsamında birtakım haklar tanımaktadır. Ancak en önemli koruma görevi işçinin işverene karşı daha dik durabilmesi ve işverenin keyfi davranışlarının önüne geçmesidir. İşe iade de bu haklardan bir tanesidir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki işverene, çalışmak istemediği işçi ile çalışması yönünde emir verilemez. Yani, işveren, bir işçi ile çalışmak istemiyorsa, işçiye karşı bazı şart ve yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde işten çıkarabilir.

İşe İade Davası Nedir?

İş Kanunu’ndaki 18 19 20 21 22 ve 29 maddeler işverenin iş akdini nasıl sonlandırabileceğini düzenlemektedir. İşe iade davası, işverenin işçinin iş akdini haksız bir nedenle sonlandırması halinde, iş akdi haksız fesh edilen işçinin açabileceği bir dava türüdür. Ancak tek başına iş akdinin haksız sonlandırılması yeterli olmayıp, işe iade davası için diğer şartları da taşıyor olmak gerekir.

İşe İade Davası Şartları Nelerdir?
– Haksız nedenle iş akdi feshedilen kişinin işe iade davası açabilmesi için işyerinde 30 veya daha fazla kişinin çalışıyor olması gerekir. Bu 30 kişi iş akdinin sonlandırıldığı tarih dikkate alınarak hesaplanır.

– İşçinin o iş yerinde en az altı aylık çalışmasının bulunması gerekir. Altı aydan az kıdeme sahip işçiler işe iade davası açamaz.

– İş akdi haksız sonlandırılan işçi ile iş yeri arasındaki belirsiz süreli iş sözleşmesinin olması veya işin niteliği gereği belirsiz süreli iş sözleşmesi şeklinde olması gerekmektedir.

– İşe iade davası açabilmek için iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedilmesi gerekir. İş akdini kendisi sonlandıran işçi işe iade davası açamaz.

– İşe iade davası, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili sıfatında ya da işveren vekili yardımcısı sıfatındaki kişiler tarafından açılamaz.

Kimler İşe İade Davası Açabilir?
İşe iade davası, iş akdinin işveren tarafından haksız fesh edilmesinden itibaren işçi tarafından 30 gün içerisinde arabulucuya başvurması, düzenlenecek arabulucu anlaşmazlık tutanağı sonrasında iki haftalık süre içerisinde dava açılması gerekir. Bu dava süresi içerisinde açılmazsa dava hakkı sona erer. İşe iade davası, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili sıfatında ya da işveren vekili yardımcısı sıfatındaki kişiler tarafından açılamaz.

İşe İade Davası Açma Süresi Ne Kadar?
İş Kanunu madde 20/1 e göre; İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir.

İşe İade Davası Ne Kadar Sürer?
Kanunda, işe iade davalarının sonuçlanacağı süre öngörülmüştür. Uygulamada her ne kadar bu sürelere, İş Mahkemelerinin iş yükü v.s nedeniyle uyulmasa da kanun koyucu işçiye korumak amacıyla süre tayin etmiştir. Bu hükme göre işe iade talebiyle açılacak dava, 2 ay içerisinde sonuçlanmalı ve temyizi de 1 aydan önce tamamlanmalıdır.

İşe İade Davası Nerede Ve Hangi Mahkemede Açılır?
İşe iade davalarında görevli mahkeme, İş mahkemeleridir. Dava işçinin çalıştığı yer veya işverenin adresinde bulunan iş mahkemelerinde görülür. İş Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde açılacak işe iade davalarına Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla bakar.

Davanın açılması veya yargılama sırasında yapılacak eksik veya hatalı işlemler kişilerin hak kaybına uğramasına sebep olacaktır. Bu sebeple işe iade davası sürecinde mutlaka bir avukattan hukuki yardım alınması gerekmektedir. Daha detaylı bilgi almak için bizimle İLETİŞİMe geçiniz.

Genel Olarak Boşanma Davası

Boşanma Davası Açma Sebepleri Nelerdir?
Boşanma davası açma sebepleri özel boşanma ve genel boşanma sebepleri olarak ikiye ayrılır. Eşlerden biri tek başına diğer eşi dava edebilir. Buna çekişmeli boşanma denir. Boşanma davası açılırken boşanma sebebi ancak kanunda belirtilen sebeplere dayanmalıdır.

Özel Boşanma Sebepleri Nelerdir?
Özel boşanma sebepleri kanunda açıkça düzenlenmiş olup beş tanedir, bunlar;
-Zina
-Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış
-Suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme
-Terk
-Akıl hastalığı
Özel boşanma sebebinde karşı tarafın kusurlu olduğunu ispatlamaya gerek yoktur. Davacı eşin özel boşanma sebebinin varlığını ispatlaması yeterlidir.

Genel boşanma sebepleri Nelerdir?
-Evlilik birliğinin temelden sarsılması (Tmk 166)
-Eşlerin anlaşması
-Ortak hayatın yeniden kurulamaması
Genel boşanma nedenlerine dayanılarak boşanma kararı verilebilmesi için davacı eşin davalı tarafın kusuru olduğunu ispatlaması gerekir. Davacı eş tamamen kusurlu olan taraf ise açtığı boşanma davası reddedilecektir. Bu kapsamda davacı eşin davasının kısmen veya tamamen kabul edilebilmesi için kusur değerlendirmesi yapılarak kusursuz veya davalı tarafa göre en azından az kusurlu bulunması yeterlidir.

Boşanma Davasında Yetkili Ve Görevli Mahkeme Hangisidir?
Boşanma davasının hangi mahkemede açılacağı görev, nerede açılacağı ise yetki ile ilgilidir.
Boşanma davasına bakmaya görevli mahkeme “Aile Mahkemesi”dir. Bir yerde aile mahkemesi yoksa “Asliye Hukuk Mahkemesi” aile mahkemesi sıfatıyla davaya bakar.
Yetkili mahkeme ise üç yer mahkemesinin herhangi birinde açılabilir:

-Davacı eşin yerleşim yerindeki aile mahkemesi,
-Davalı eşin yerleşim yerindeki aile mahkemesi,
-Eşlerden her ikisinin son altı ay birlikte yaşadıkları yer aile mahkemesi

Boşanma Davası Ne Kadar Sürer?
-Boşanma davasının ne kadar süreceği davanın çekişmeli veya anlaşmalı oluşuna göre değişir. Çekişmeli boşanma davası anlaşmalı boşanma davasına kıyasla daha uzun süren bir davadır.

Çekişmeli boşanma davaları davadaki anlaşılamayan hususların fazlalığına göre ortalama 1,5 yıl ile 3 yıl arasında değişebilir. Anlaşmalı boşanma davaları genellikle tek celsede sona erer ancak tensip zaptında duruşma gününün verildiği tarihe göre ortalama 1 ay ile 4 ay arasında değişebilir.

Anlaşmalı Boşanma Davası Nasıl Açılır?
Anlaşmalı boşanma davası açmanın bazı şartları vardır. Öncelikle eşlerin en az 1 yıldır evli olması gerekir.
Eşlerden biri veya ikisi beraber, anlaşmalı boşanma protokolü ve dava dilekçesi ile birlikte aile mahkemesine başvurup, gerekli harç ve giderleri ödedikten sonra anlaşmalı boşanma davasını açabilir.
Anlaşmalı boşanma davasında tarafların duruşmaya katılımı zorunludur. Çünkü hakim tarafların anlaşmalı boşanma protokolünü hür iradeleri ile kabul ettiklerine ikna olmalıdır. Taraflar boşanmak istediklerini duruşma esnasında bizzat beyan etmeli ve bu beyanların tutanağa geçirildikten sonra imzalamalıdır.

Anlaşmalı Boşanma Protokolü Nedir?
Anlaşmalı boşanma protokolü, anlaşmalı boşanmak isteyen eşler tarafından çekişmeye yer kalmayacak şekilde , boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin nafaka-tazminat ve mal paylaşımı ile ortak çocukların velayet durumu hususlarında anlaştıkları sözleşmedir. Bu protokol hiç bir şekilde şarta bağlı olmadan hazırlanmalı ve tüm maddeleri ile hakim tarafından da uygun bulunmalıdır.

Boşanma davası açılırken yetkili ve görevli mahkemenin doğru tespit edilmesi ve iddiayı ispatlayacak delillerin usule uygun bir şekilde mahkemeye sunulması gerekmektedir. Davanın açılması veya yargılama sırasında yapılacak eksik veya hatalı işlemler kişilerin hak kaybına uğramasına sebep olacaktır. Bu sebeple boşanma davası sürecinde mutlaka bir avukattan hukuki yardım alınması gerekmektedir. Boşanma davası ile ilgili daha detaylı bilgi almak için bizimle İLETİŞİMe geçiniz.